Bir zamanlar birbirinin gözlerinde hayat bulan iki insan… Aynı evde yaşlanma hayalleri kuran, birbirine “iyi ki” diyen, tek bir bakışla anlaşabilen iki kişi… Ne oluyorsa oluyor, bir gün yolları ayrılıyor. Peki sadece yollar mı? Hayır… Kalpler de bölünüyor, dil keskinleşiyor, düşmanlık başlıyor.

Boşanma, sadece bir hukuki süreç değil; aynı zamanda iki insanın birlikte yürüttüğü hayalleri, anıları, hatta kimlikleriyle yüzleştiği bir duygusal yıkım. Elbette herkes anlaşarak, dostça ayrılamıyor. Ama bu kadar büyük bir sevgiyle başlayan bir ilişki, neden nefretle son buluyor?

Aslında cevabı basit ama acı: Kırgınlıklar birikiyor, duygular ifade edilmeden bastırılıyor, beklentiler konuşulmuyor. Ve o suskunluklar, zamanla öfkeye, öfke düşmanlığa dönüşüyor. Sevgiyle kurulan köprüler, anlayış eksikliğinden yıkılıyor.

Boşanmak, hayatın sonu değil. Hatta çoğu zaman yeniden başlamanın adı. Ama ayrılırken birbirini suçlamak, geçmişi yok saymak, bir zamanlar “canım” dediğin kişiyi “düşman” ilan etmek… İşte asıl yıkım orada başlıyor.

Oysa olgunlukla yürütülen bir boşanma, en az bir evlilik kadar değerlidir. Saygıyla biten ilişkiler, çocuklara da, topluma da umut verir. Çünkü sevgi bitti diye insanlık da bitmemeli.

Belki de hepimizin hatırlaması gereken şu: Bir zamanlar sevmiştik… Ve bu sevgiye, sonu ne olursa olsun, biraz daha hürmet etmeliyiz.
  Diğer Tüm Yazılar