Adalet çoğu zaman cübbeyle anılır; soğuk salonlarda, keskin kararlarla tanımlanır. Oysa adalet, sadece bir mahkeme duvarına asılı teraziden ibaret değildir.
Bazen bir sokağın köşesinde, açlıktan titreyen bir cana uzatılan bir kap mama kadar sessiz, ama bir o kadar güçlüdür.
Çünkü bir toplumun gerçek adalet anlayışı, en savunmasız olana gösterdiği merhamette saklıdır. Ne bir yasa maddesi, ne de bir yargı kararı…
Vicdan varsa, adalet vardır.
Her gün mahkeme salonlarında hak arayan seslere şahitlik ediyorum. Boşanma davaları, velayet mücadeleleri, nafaka kavgaları…
Kimi zaman bir annenin gözünden süzülen yaş, kimi zaman bir çocuğun sessiz bakışı kadar sarsıcı olur o anlar.
Ancak bir gün duruşmadan çıkarken, mahkemenin hemen yanındaki sokağın başında açlıktan çöp karıştıran bir sokak köpeğiyle göz göze geldim.
Ve kendi kendime sordum:
“Ben insanlar için adalet savunurken, bu canlara sessiz kalırsam neyin avukatıyım?”
Hayvan haklarına dair yasal düzenlemeler hâlâ “tam anlamıyla hak” kavramını karşılamaktan çok uzak.
Ülkemizde hayvanlar, hâlâ “mal” statüsünde sayılıyor.
Yani bir sokak köpeğine zarar vermek; bir sandalye kırmakla, bir araba camını patlatmakla neredeyse aynı yasal karşılığa sahip.
Bu yaklaşım ne adildir ne de vicdanlara sığar.
Çünkü söz konusu olan can ise, statü “mal” olamaz.
Yeni düzenlemeler umut verici adımlar taşısa da hâlâ uygulamada ciddi boşluklar var.
Cezalar çoğu zaman erteleniyor, şikâyetler dikkate alınmıyor, davalar sonuçsuz kalıyor.
Oysa bir hayvana yapılan şiddet, yalnızca o cana değil, topluma, çocuklara, insanlığımıza yapılan bir saldırıdır.
Ve biz bu boşlukları görmezden geldikçe, o kap mama değil;
adaletin içi boşalıyor.
Çünkü adalet; bir mahkeme salonundaki tokmağın sesi değil,
bir kap mama bırakırken içinden geçen düşüncedir.
Ve evet…
Adalet gerçekten hep en yüksek sesin hakkı mıdır?
Yoksa hiç sesi olmayanın suskunluğunda mı gizlidir?
Adalet, yalnızca duyanın değil; duyulamayanın da sesi olabildiğimizde tam olur.
Diğer Tüm Yazılar