Karaca Group Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Karaca Başarılarının Sırrını Klass'a Anlattı

Karaca Group Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Karaca Başarılarının Sırrını Klass'a Anlattı Karaca Group Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Karaca Başarılarının Sırrını Klass'a Anlattı

Amacımız ev tekstilinde, züccaciyede ve mutfak eşyasının perakendeciliğinde dünyanın akla gelen ilk markalarından biri olmak...

1973’de küçük bir cam dekor atölyesinde başlayan Karaca’nın hikayesini kurucusu Arif Karaca “Babam bize önce hayal kurmayı öğretti sonra o hayalleri paylaşmayı. Biz dört kardeş umutlarımızı paylaşmasaydık ne cam atölyesi olurdu ne de Karaca. Biz, hayalleri hep canlı tutan gençlerle bugünlere geldik” diyerek anlatıyor. Karaca bugün ülke genelinde alışveriş merkezlerinde 120 mağazası, 45 franchise mağazası ve 650 tane bayisi olan yurtdışında ise 30 ülkede kendi mağazalarıyla var olan dev bir marka. Herkesi ailelerine, evlerine katmaktan hiç vazgeçmeyen Karaca’nın üçüncü kuşak temsilcisi Fatih Karaca, 2006 yılında Yönetim Kurulu üyesi olarak geldiği 50 kişilik Karaca’da yaptığı büyük atılımlarla bugün 1700 kişinin çalıştığı dev bir kurum yarattı. Sektörde daima ilkleri gerçekleştiren ve kısa bir sürede kimsenin hayal bile edemediği bir konuma gelen Karaca’nın genç, dinamik ve daima markalarını ileriye götürmek isteyen  Karaca Group Yönetim Kurulu üyesi Fatih Karaca, yurt içi ve yurt dışı atılımlarını, başarılarının sırlarını, kendilerini nasıl geliştirdiklerini, çalışanlarına sürekli verdikleri eğitimleri ve gelecek hedeflerini Klass’a anlattı.

“Evinde porselen yemek takımını günlük-misafirlik diye ayırma. çünkü misafirlerine yılda bir kere kullanıyor ya da hiç kullanmıyorsun. O orada kendi yerinde durup eskiyor. En özel an yaşanılan andır. Yaşadığın anın kıymetini bil. O akşam sofraya eşinle beraber oturuyorsan da kullan, çocuğunla beraber oturuyorsan da kullan. Yani ‘O anın kıymetini bil, o anın tadını çıkar’ felsefesiyle yola çıktık.”

 

“Ben Karaca’da iki şeyi yaptığıma inanıyorum. Birincisi Karaca’yı çok iyi partnerlerle, çok iyi danışmanlık şirketleriyle, çok iyi reklam-iletişim ajanslarıyla çalıştırdım. İkincisi de şirket bünyesinde kaliteli insanlarla çalışıyoruz. 2010 yılından sonra dünyanın en iyi danışmanlık şirketleriyle çalıştık ve bunlarla sürekli vizyonumuzu, misyonumuzu, stratejimizi yeniledik. Hedeflerimizi daha net koyduk ve onun doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz.”

 

“2006 yılında Karaca’ya geldiğim zaman 50 kişilik bir ekibimiz vardı. 50 kişi olduğu zaman her şeyi rahat rahat kontrol edebiliyorduk. Ama şimdi 1700 kişiyiz. 1700 kişiye dokunmak biraz daha zor. Biz de dedik ki; Karaca’yı büyüten faktörler neler? Biz bunları araştıralım, bulalım. Bir kültür olarak çalışanlarımızın hepsini eğitimle birlikte ilertelim, yaşatalım.”

 

“Türkiye’nin en büyük şirket içi ve tüketici antropolojik araştırmasını yaptırdık. Bu araştırmada 73 yılından bu yana birçok rakip olduğunu gördük. Onlar piyasada güçlerini kaybetmişler. Niye Karaca büyümüş de diğerleri büyüyememiş? Bunu ortaya çıkartalım ve kültür hale getirelim dedik. Biz orada şunu fark ettik, 4 tane değerin Karaca’yı büyüttüğü ortaya çıktı. İlkleri yapması, hep daha iyisini yapması, sürekli kendini geliştirmesi ve ayrıcalık yaşatması.”

 

Fatih Bey, Karaca’nın 3. kuşağı olarak firmanızın başına 2006 yılında geçtikten sonra Karaca markasında nasıl değişim ve gelişimler yaşadınız?

Bilkent üniversitesi’ndeki eğitimimin ardından Barcelona’da MBA yaptıktan sonra 2006 yılında aile şirketimiz Karaca’da görev almaya başladım. Okul hayatım boyunca ailem bana sürekli yatırım yaptı. Beni yurtdışındaki fuarlara götürüyorlardı, sürekli işlerin içerisindeydim. O dönemde Türkiye’ye geldiğimde şöyle bir şirket vardı elimde; finans olarak çok güçlü bir şirketti ve çok iyi ürünler yapıyordu. Dünyanın en iyi ürünlerini getiriyordu. Dünyanın en iyi hammaddelerinden ürünler yapıyordu. Ama çok fazla tanınmıyordu. Suyun üstündeki bir buz parçası gibiydi ama altında çok güçlü bir buz kütlesi vardı. 2006’da Türkiye’ye geldikten sonra özellikle ilk etapta bir yıl şirketin bütün departmanlarında tekrardan çalıştım. Her ne kadar şirketi eskiden çok iyi tanısam bilsem de bir daha güncel haliyle şirketi tanıma ihtiyacı duydum. Yani depodan tutun da satışa kadar, sevkiyattan tutun da santrale kadar her departmanda görev alarak şirket bünyesinde çalışan herkesi tanıdım ve gözlemledim. İşleyişi öğrendim. Daha sonra da şirketin pazarlamadan ve mağazacılıktan sorumlu şefiyle çalışmaya başladım. Pazarlamada çalıştığım dönemde televizyon kanallarında yeni yeni diziler çıkıyordu. O dizilere sponsorluklar yaptık. Bu sponsorluklar sayesinde şirket daha da tanınmaya başlandı. Bir de o dönem Türkiye’de sürekli alışveriş merkezleri açılıyordu. Biz de doğru alışveriş merkezlerinde mağazalar tutarak aynı zamanda perakendecilikte de yavaş yavaş büyümeye başladık. 2008’e kadar bu şekilde devam etti. Hem yavaş yavaş markamızı tanıttık hem de alışveriş merkezlerinde mağazalar açtık. 2008 yılında şöyle bir durum oldu; kriz havasından dolayı herkes biraz geri çekildi. Reklam çalışmalarını durdurdular, pazarlama aktivitelerini durdurdular, satışta biraz geri çekildiler. Herkes biraz küçülme politikasına girdi. Biz ise Karaca’da tam tersini yaptık. Tabi bu gücü güçlü finans yapımızdan aldık. Daha çok reklam yaptık, ürüne daha çok yatırım yaptık, daha çok mağazalaştık ve o herkesin küçüldüğü dönemde 2008 krizinde yüzde 46 büyüdük. Kısacası 2008 yılı bizim için kırılma dönemiydi. 2008 yılında sektör liderliğini elde ettik.

 

“GüNLüK VE MİSAFİRLİK KAVRAMINI ORTADAN KALDIRDIK, ‘EN öZEL AN YAŞADIĞIN AN’ OLDUĞUNU ANLATTIK”

 

Markanız iki yılda inanılmaz büyümüş. Peki, bu dönemde insanların Karaca’ya olan ilgisi ne yönde gelişti?

2010 yılında düşündük ki; İşlerimiz iyi gidiyor ama kendimizi biraz kontrol edelim. “Biz neredeyiz?” adında bazı araştırmalar yaptırdık. Yaptığımız araştırmalarda gördük ki Karaca olarak porselen, çatal-bıçak, tencere denildiğinde üç ana grupta da ilk aklına gelen markaydık. Ama insanlar bizim hakkımızda çok şey söyleyemiyorlardı. “Karaca Porselen çok güzel” diyorlardı ama devamını getiremiyorlardı. Bilinir bir firmaydık marka olarak ama 2006 yılından 2010 yılına kadar çok hızlı büyüdüğümüz için insanların kafasında bir miras bırakmamıştık. O yüzden bir strateji çalışmasına girdik. O dönemde şunu fark ettik; Zara’nın İkea’nın çıkmasıyla dünyada bir trend değişikliği oldu. Eskiden insanlar 2-3 yılda bir takım elbise alırlarken, evindeki mobilyayı 10 yılda bir değiştirirdi. İkea, Zara gibi hızlı tüketim markalarının çıkmasıyla birlikte ürünlerin fiyatlarında bir düşüş oldu. Bu fiyatların düşmesi hızlı tüketimi ve hızlı modayı tetikledi. Bundan dolayı da tüketim sıklığı arttı. İnsanlar artık 5 yılda bir mobilyalarını değiştirmeye, yılda bir takım elbise almaya başladı. çünkü fiyat düştü ve insanların satın alma gücü arttı. Bunun bizim sektöre çok fazla yansımadığını gördük. Bizim sektörde de mesela yemek takımlarının fiyatları düşmüş. Ama insanların satın alma sıklığı artmamış. Bunun sebebi olarak biz şunu fark ettik; insanlar evlerine iki tür yemek takımı alıyorlar. Biri günlük, biri de misafirlik. Biz orada şunu dedik; “Evinde porselen yemek takımını günlük-misafirlik diye ayırma. çünkü misafirlerine yılda bir kere kullanıyor ya da hiç kullanmıyorsun. O orada kendi yerinde durup eskiyor. En özel an yaşanılan andır. Yaşadığın anın kıymetini bil. O akşam sofraya eşinle beraber oturuyorsan da kullan, çocuğunla beraber oturuyorsan da kullan. Yani ‘O anın kıymetini bil, o anın tadını çıkar’ felsefesiyle yola çıktık.” Bu çalışmaların oturması 1-1,5 yıl sürdü. 2012 yılında bu felsefeyi biz reklamlara ve söylemlerimize taşıdık. Cirolarımızda ciddi bir artış daha oldu. Yemek takımı alışverişini hızlı tüketime çevirdik. Günlük ve misafirlik kavramını yavaş yavaş ortadan kaldırdık. Hatırlarsanız eskiden evlerde evin en büyük odası salondu ve kimse gidip kullanmazdı. Herkes ufacık oturma odasında hayatını geçirirdi. Ama şimdi öyle değil. İnsanlar artık oturma odası, misafir odası olarak ayırmıyorlar, evin en büyük en güzel odasını her gün kullanır hale geldiler. Biz bunu kendi sektörümüze taşıdık; insanlara ‘En özel an yaşadığın an’ olduğunu anlattık.

 

Bugün geldiğiniz noktada geçirdiğiniz süreçlere bakınca Karaca’da neleri başardığınızı düşünüyorsunuz?

Ben Karaca’da iki şeyi yaptığıma inanıyorum. Birincisi Karaca’yı çok iyi partnerlerle, çok iyi danışmanlık şirketleriyle, çok iyi reklam-iletişim ajanslarıyla çalıştırdım. İkincisi de şirket bünyesinde kaliteli insanlarla çalışıyoruz. Bu iki şeyi Karaca’ya kattım diyebilirim. Tabi şirket bünyesinde daha kaliteli insanlar çalışınca, partnerleriniz de iyi olunca ister istemez sizi çok iyi yerlere getiriyor. 2010 yılından sonra dünyanın en iyi danışmanlık şirketleriyle çalıştık ve bunlarla sürekli vizyonumuzu, misyonumuzu, stratejimizi yeniledik. Hedeflerimizi daha net koyduk ve onun doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Mesela 2013 yılında da şunu fark ettik. İnsanların en özel anı yaşadığı an ama insanlar bir şey yaptıkları zaman başkaları tarafından onaylanma ihtiyacı duyuyor. Yani sizin çok iyi giyinip, aynanın karşısına geçip “çok iyi oldum” demeniz yetmiyor. Aynı zamanda üçüncü bir kişinin de onaylaması gerekiyor. Bu kadınlarda daha da fazla. Bir kadın evine bir sofra kurduğu zaman ‘En özel an yaşadığı an’ tamam ama masayı kurduğunda o gün eşi onu onaylamazsa “çok güzel olmuş” demezse o tatmin gerçekleşmiyor. Biz 2013 yılında bunu fark ettik ve stratejimize bunu ekledik. Bence bunlar Karaca’nın büyümesinde çok önemli yollar açtı.

 

“2006 YILINDA KARACA’YA GELDİĞİM ZAMAN 50 KİŞİYDİK, ŞİMDİ 1700 KİŞİYİZ”

Sizinle birlikte Karaca’da istihdam da ciddi oranda arttı. Peki bu artışı ne sağladı? özetleyecek olursanız, rakipleriniz küçülüp yok olurken Karaca’yı hangi faktörler büyüttü? 

2006 yılında Karaca’ya geldiğim zaman 50 kişiydik. 50 kişi olduğu zaman her şeyi rahat rahat kontrol edebiliyorduk. Ama şimdi 1700 kişiyiz. 1700 kişiye dokunmak biraz daha zor. Biz de dedik ki; ‘Karaca’yı büyüten faktörler neler? Biz bunları araştıralım, bulalım. Bir kültür olarak çalışanlarımızın hepsini eğitimle birlikte ilerletelim, yaşatalım bunları’. Danışmanlık şirketleriyle bir araya geldik. Bir de antropolojik bir araştırma yaptırdık. Boğaziçi üniversitesi eğitim üyelerinin kurduğu ve bir antropolojik araştırmalar yapan şirket vardı. Türkiye’nin en büyük şirket içi ve tüketici antropolojik araştırmasını yaptırdık. Bu araştırmada, 73 yılından bu yana kadar birçok rakibimizin olduğunu gördük. Onlar yerinde saymış ya da kaybolmuşlar. Ama Karaca sürekli büyüye büyüye bugünlere gelmiş. ‘Niye Karaca büyümüş de diğerleri büyüyememiş? Bunu ortaya çıkartalım ve kültür hale getirelim’ dedik. Şirketteki ortaklarla, çalışanlarla görüşüldü. Antropologlar her biriyle yarım gün görüştü. Bizden ürün alan bize ürün yapan firmalarla görüşüldü ve bu çalışma sonrasında şunu fark ettik ve dört tane değerin Karaca’yı büyüttüğü ortaya çıktı. İlkleri yapması, hep daha iyisini yapması, sürekli kendini geliştirmesi ve ayrıcalık yaşatması. Mesela bakıyorsunuz Karaca gerçekten de sektörde ilkleri yapan bir firma. İlk çeyiz kampanyası yapıp bunu tüketiciye anlatan, inciden dünyada ilk yemek takımını yapan firma. İlk defa graniti yapıp tüketicisini oluşturan, ilk defa çatal-bıçağı çeyiz sandığının içine koyan firma. İlk defa çelikle porseleni birleştirip çaydanlık yapan firma. Karaca’nın ilkleri yapması Karaca’yı her zaman farklı bir konuma koymuş.

 

“HEP İYİ İŞLER YAPIYORUZ, ASLINDA KENDİMİZLE YARIŞIYORUZ”

Yaptığınız her iş çok başarılı oluyor. Peki başarınızın sırrı nedir?

Karaca’nın çalışma felsefesi tatmin olmama ve sürekli kendini geliştirme üzerine kurulu. Mesela biz Karaca’da hep iyi işler yapıyoruz; graniti yaptık çok başarılı oldu, granit Karaca’ya çok şey kattı. Ama “Granit süper, harika oldu” deyip onun üzerine yatmıyoruz. O yıl bitiyor diyoruz ki “Biz bu yıl granitten daha iyi bir şey bulmalıyız.” Aslında kendimizle yarışıyoruz. Ondan sonra da ‘inci’ çıktı. Karaca ailesi olarak bir şey bulup sevinip gururlandıktan sonra o gurura kapılıp durmuyoruz. Her zaman yaptığımızın daha iyisini yapma azmi içindeyiz. Eğitime çok önem veriyoruz. Mesela mağaza müdürlerini MT programlarıyla yetiştiriyoruz. Karaca’nın MT Programı çok özel bir program. Karaca’da mağaza müdürü olmak isteyen üniversite mezunları Karaca’ya başvuruyor. Yılda defalarca eğitim programı yapıyoruz. Her bir programa 8-10 bin kişi başvuruyor. 8-10 bin kişi arasından 24 kişiyi seçiyoruz. Bu insanlara Boğaziçi üniversite’sinde perakende eğitim programı hazırladık. O eğitim programına onları 3 ay gönderiyoruz. Daha sonra danışman firmalarımız onlara Karaca’nın stratejisi hakkında bilgiler veriyor, iletişim stratejisi hakkında bilgilendiriyorlar. Bu insanlar daha sonra Karaca’nın her departmanında çalışıyor ve ardından bir sınava giriyorlar. O sınavdan geçen 12 kişi Karaca’da mağaza müdürü olmaya hak kazanıyor. Uzun bir süreç ama bu süreç çok kaliteli bir eğitim programıyla geçiyor. Programa girip bizimle kalamayanlar bile “Teşekkür ediyoruz, belki içerde kalamadık ama bize inanılmaz bir eğitim verdiniz” diyorlar. Gerçekten böyle bir eğitim programı çok bulamazsınız. Dediğim gibi Karaca eğitime çok önem veriyor, ilkleri yapıyor. 40 yıllık başarımızın altında yatan nedenlerden biri de eğitime verdiğimiz önemdir.  

 

“AMACIMIZ EV TEKSTİLİNDE, ZüCACİYEDE, MUTFAK  EŞYANIN PERAKENDECİLİĞİNDE DüNYANIN AKLA GELEN İLK MARKALARINDAN BİRİ OLMAK”

Karaca olarak yurt dışında da mağazalarınız var. Bu yatırımları neye göre yapıyorsunuz? Hedefleriniz neler?

Bizim mottomuz “İnsanların paylaşmaktan keyif aldığı anları çoğaltmak”. Amacımız ise bunu sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yapmak. O yüzden yurtdışında dünyanın ciddi birçok yerinde mağazalarımız var. Amacımız ev tekstilinde, züccaciyede ve mutfak eşyanın perakendeciliğinde dünyanın akla gelen ilk markalarından biri olmak. Ve kesinlikle ürün ihraç etmiyoruz. Biz konsept ihraç ediyoruz. Mesela yurtdışında biri gelip bizden mal istiyor biz mal vermiyoruz. Biz mağazamızı açarsak oraya ürünümüzü gönderiyoruz.

 

Toplamda Karaca’nın dünya genelinde kaç mağazası bulunuyor?

Toplamda Karaca’nın alışveriş merkezlerinde 120 mağazası, 45 franchise mağazası ve 650 tane bayisi var. Yurtdışında 30 ülkede varız. 30 ülkede de kendi mağazalarımızla varız. Şu anda bir de Karaca’nın Karaca Home tarafı var, Jumbo var, Emsan var. Bunların hepsi Karaca’nın bünyesindeki markalar. Jumbo’da ise şu an 28 mağaza var. Jumbo’yu da 2014 yılında bünyemize kattık. 1 yıl hazırlanma sürecimiz oldu. Bir yılda da mağazalaşmaya başladık. Daha sonra Karaca Home’da mağazalaşmaya başladık. 10 tane alışveriş merkezinde mağazamız var. Emsan’da da 650 noktada ürünlerimiz satılıyor. Grup olarak da 1 Milyar Lira gibi bir ciromuz var. Bu sektörün en büyük cirosudur. Marka araştırmalarına baktığımızda çatal-bıçakta ilk akla gelen Karaca ardından da Jumbo yer alıyor. Porselende Karaca, tencerede Karaca sonra Emsan geliyor. Yani marka araştırmalarında bile bizim markalarımız arka arkaya geliyor.

 

“DüNYAYA BİR DAHA GELSEM, BİR DAHA BU İŞİ YAPMAK İSTERİM”

Peki genç yaşta yakaladığınız bu başarı size nasıl bir mutluluk veriyor? 24 yaşında başına geçtiğiniz bir şirketi 12 senede bu düzeyde büyütmek nasıl bir duygu?

Yaptığımız işi çok seviyoruz, çalışma ortamımız çok iyi. çalışma ortamındaki direktörlerle arkadaş gibiyiz, çok güzel bir ortamımız var. Yaptığımız işten dolayı çok mutluyuz. Gerçekten dünyaya bir daha gelsem, bir daha bu işi yapmak isterim. çünkü katma değer katıyorsunuz. Düşünün dünyada ilk defa bir şeyi siz yapıyorsunuz. Dünyada ilk defa gerçek inciyi hammadde olarak porselene katıp daha farklı bir şey ortaya çıkartıyorsunuz. Bununla 4,5 yıl uğraştık biz. Muhteşem bir tecrübe bu. Bunu insanlara sunmak, insanların bunu beğenip alması, daha sonra bunu alıp Hollanda’ya, Suudi Arabistan’a göndermek, Belçika mağazasında satmak, Almanya’da kendi mağazalarımızda satmak muhteşem bir tecrübe.

 

çok yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz; iş günleriniz nasıl geçiyor peki?

Genelde Pazartesi, Salı ve çarşamba günleri grup şirketlerinin yani Jumbo’nun, Karaca’nın, Karaca Home’un ve Emsan’ın toplantıları oluyor. Mağazacılık bölümü, ürün bölümü toplantıları derken sabahtan akşama kadar vaktimizi onlarla geçiriyoruz. “Bir önceki hafta neler yapmışız, ne kadar büyümüşüz, iyi giden yerlerimiz neler, kötü giden yerlerimiz neler, bizim yeni çıkardığımız ürünlerin hangileri başarılı hangileri başarısız, başarısız olanlar niçin başarısız, başarılı olanlarda neyi iyi yapmışız?” gibi sorularla kendimizi test ediyoruz. Biz her hafta bir önceki haftayı konuşuyoruz ve bütün grup şirketlerinde bunu yapıyoruz. Perşembe ve Cuma günlerini de ağırlıklı olarak mağaza ziyareti ile geçiriyorum. Yurtdışında fuarlar olduğunda fuarlara gidiyorum. Onun haricinde üretici ya da fabrika geziyorum. Genelde haftalık iş dağılımı bu şekilde gerçekleşiyor. Sabah 6’da başlayıp akşam 9-10’ları bulan bir tempoda çalışıyoruz. Ama çok mutluyuz. çünkü Karaca’da herkes yaptığı işi çok seviyor. Başarının sırrı bence mutlu olmaktan geçiyor. Sadece ben değil çalıştığım arkadaşlarım da bu işi yaparken inanılmaz heyecan duyuyor. Bizi en çok motive eden şey o heyecan. Yani bir şey yapmış olmanın, başarmış olmanın heyecanı; yeni bir şeyler yapabilmek, yeni mağazalar açabilmek, o mağazaların başarılı olması, yurtdışında daha çok yayılmak...

 

“AMACIMIZ EN KISA SüREDE JUMBO’YU 50 MAĞAZAYA ULAŞTIRIP AYNI ZAMANDA YURTDIŞINDA DA BU MARKAYI İYİ BİR YERLERE TAŞIYABİLMEK”

Jumbo’ya gelirsek çok bilinen üst düzey bir zücaciye markası ve bu markayı siz 2014 yılında aldınız. Belki de Türkiye’deki imaj olarak en büyük markalardan bir tanesi. Jumbo hakkında ne düşünüyorsunuz?

Jumbo bu sektörde Türkiye’de ilk kurulan firmalardan ve ilk markalardan biri. çok iyi ve kaliteli bir algısı var. Bugüne kadar da çok kaliteli ürünler yapmış, çok güzel tasarımlar yapmış. Jumbo’yu biz satın alırken bir ticari kaygıyla satın almadık. çünkü zaten çok iyi satışlar yapan çok iyi cirolar yapan elimizde Karaca markası vardı. Biz Jumbo’yu satın almayı tamamen şu düşünceyle yaptık; Jumbo çok değerli bir marka ve bu markanın kaybolmaması gerekiyor. Bu algısını en iyi şekilde sürdürebilmesi için satın aldık. 2014 yılında satın aldıktan sonra 1 sene boyunca sadece Ar-Ge çalışmaları yaptık. “Ne yapmamız gerekiyor, nasıl ürünler çıkartmamız gerekiyor, tasarım dilinin nasıl olması gerekiyor, kalitesini nasıl daha iyi yere taşıyabiliriz?” düşünceleriyle çalışmalar yaptık. Ardından kendi mağazalarımızı açarak kendi mağazalarımızla tüketicilerimizle buluşmaya başladık. Şu ana kadar 28 mağazamız oldu. 1 yıl gibi kısa bir sürede bu mağazaları açtık. Amacımız Jumbo’yu en kısa sürede 50 mağazaya ulaştırıp aynı zamanda yurtdışında da bu markayı iyi bir yerlere taşıyabilmek. çünkü gerçekten Jumbo’nun algısı çok iyi. Jumbo bu sektörde, üst segmentte dünyanın en tepe markalarından biri olabilir. Birkaç sene içerisinde de Jumbo’yu hakettiği yere getirmek istiyoruz. Biz Jumbo’nun çok büyümesi, çok büyük cirolar yapması hedefinde değiliz. Bu markanın hakettiği yerde olmasının gerektiğini düşünüyoruz. O yüzden de bütün çalışmalarımızı ona göre yapıyoruz.

 

“BU SENE KENDİMİZE YüZDE 27 GİBİ BİR BüYüME HEDEFİ KOYDUK”

Hem şirketiniz adına hem de ülke için 2017 yılından beklentileriniz neler?

Biz 2016 yılında bir önceki yıla göre mağazalarda yüzde 20 büyüdük. Totalde yüzde 30’a yakın büyüme gerçekleştirdik. Yani 2016 yılında aslında biz büyüme açısından güzel bir sene geçirdik. 2017’de de büyümemizin devam edeceğini düşünüyoruz. Hatta hedeflerimizi de ona göre koyduk. Bu sene yüzde 27 gibi bir büyüme hedefi koyduk kendimize. Biz bunu yapabileceğimize inanıyoruz. çünkü işimizi doğru yapıyoruz, yeni ürünler çıkartıyoruz. Ve Türkiye çok ilginç bir ülke. Türkiye, kendine güvenen, yatırım yapanlara her zaman karşılığını fazla fazla veren bir ülke. Biz 2008’de de çok büyüdük. Ben 2016 yılında da iyi büyüme rakamlarımızın olduğuna inanıyorum. Ben bu performansın 2017’de de devam edeceğini düşünüyorum. Yatırımlarımızı da ona göre yapıyoruz. Bu konuda da hiçbir kısıtlamamız yok. Hedeflediğimiz tüm yatırımları yapıyor, çok fazla yeni ürün çıkartıyor ve yeni ürün yatırımı yapıyoruz