Bir Marka Oluştururken, O Markaya Ruh Veriyorum..

Bir Marka Oluştururken, O Markaya Ruh Veriyorum.. Bir Marka Oluştururken, O Markaya Ruh Veriyorum..

Loft Kurumsal İletişim Direktörü moda ve görsel mağazacılığın duayen ismi Erdal Güvenç, markalaşma hakkında bilinmeyenleri Klass’a anlattı..

Yıllardır moda sektöründe birçok yeniliğe öncülük eden ve yaptığı yeniliklerle adından sıkça söz ettiren Loft Kurumsal İletişim Direktörü ve görsel mağazacılığın duayen ismi Erdal Güvenç, keyifle yaptığı mesleğinde hiç durmaksızın başarılarına yenilerini eklemeye devam ediyor. Yılların verdiği tecrübe ve bilgi birikimini artık gençlerle paylaşan Güvenç, öğretmenin ve öğretmiş olduğu şeylerin başkaları tarafından hayata geçirilmesinden ise büyük bir mutluluk duyuyor. Türk moda dünyasının önemli markalarının oluşum süreçlerinde büyük rol oynayan Erdal Güvenç projelerini ve başarı sırlarını Klass’a anlattı.

 

“Ben bir marka oluştururken, o markaya ruh veriyorum. çünkü o ruhu kaybettiğiniz zaman marka olamazsınız. Diğer anlamda marka olmak kolay. Paranız varsa logonuzu yaptırırsınız, etiketi ürüne diktirirsiniz; ama tarz ve ruh olmadan ne kadar büyük bir marka olursunuz tartışılır.”

 

Erdal Bey moda dünyası içinde önemli bir yere sahipsiniz. öncelikle sizden Erdal Güvenç’in moda dünyasındaki başarılı hikayesini dinleyebilir miyiz?

Erdal Güvenç’in moda sektöründen önceki hedefi doktor olmaktı. Şimdi ise modanın doktoru oldu. Tekstil sektöründeki 40 yıllık tecrübemle ideallerime yaklaştım sayılır ama birkaç adım daha atmam gerektiğini düşünüyorum. Biraz geçmişten bahsetmek gerekirse; bizim zamanımızda terziler ve mağazalar vardı, modacılar yoktu. Şimdi her şey daha da kolay oldu. Mimar Sinan üniversitesi Desinatörlük Bölümü mezunuyum. Mezun olduktan sonra Hacettepe üniversitesi’nde stilistlik eğitimi aldım ve okulu birincilikle bitirdim. Böylece moda sektörüne girmiş oldum. 1985’te Lee Cooper markası Türkiye’ye ilk defa gelmişti. 1986’da Adana’daki fabrikalarında koordinatör yardımcılığı yaptım. Uzun bir süre çalıştım ve benim için inanılmaz bir deneyim oldu. Orada tasarladığımız çoğu şey dünyada da üretildi. Ve böylelikle hayatıma ‘jean’ girmiş oldu. Jean benim ve insanlık için vazgeçilmez bir ürün oldu.

 

Peki, Lee Cooper ve sonrasında meslek hayatınız nasıl devam etti?

Bana çok şey katan ve harika bir deneyim olarak geçirdiğim Lee Cooper’dan annemin geçirmiş olduğu rahatsızlıktan dolayı ayrılmak zorunda kalmıştım. Sonrasında Yaşar Grubu’yla çalışmaya başlayıp aniden İzmir’e yerleşme kararı almıştım. O zamanlar ilk kargo pantolonu ben tasarlamıştım. çoğu ünlü tarafından çok beğenilmiş ve tercih edilmişti. İlk düğmeli kot pantolonu da ben tasarladım. Bunun dışında Avrupa seyahatlerim sırasında gördüğüm kirli denimler çok hoşuma gitmişti. Ben de onlardan yapabilmek için tenekelerle motor yağları getirtmiştim. Jeanleri onların içine sokup iki gün güneşte bekletip sonra taşlatıyordum ve o efekti alabiliyordum. Bunlar o zamanlara göre çok ilginç şeylerdi. Ama şimdi teknoloji o kadar fazla ilerledi ki o kumaşı hazır alıp, dikip, taşlayıp o hale getirebiliyorsunuz. Yaşar Grubu’yla çok güzel işler yaptık.

 

“BEN BİR MARKA OLUŞTURURKEN, O MARKAYA RUH VERİYORUM”

Sizi bu sektörde diğer tasarımcılardan farklı gösterdiğini düşündüğünüz unsurlar nelerdir?

Yıllar önce mağazacılık yaparken Nişantaşı’ndaki mağazamız adeta ünlülerin uğrak yeri gibiydi. Benim ise aklımda sürekli “Bu ürünler nasıl sunulacak? ürün vitrinde nelerle kombin edilebilir?” gibi sorular dönüyordu ve böylelikle farkında olmadan görsel mağazacılık yapmaya başladım. Bu benim için hobi gibi başlayıp bir anda meslek haline geldi. Şu an hem tasarımcılık hem de görsel mağazacılık yapıyorum. çünkü bunların bir bütün olması lazım. Aslında her tasarımcının, her mağazacının görsel düzenlemeyi bilmesi lazım. çünkü koleksiyon hazırlarken her şey bir bütün olmak zorunda. Bir temanızın ve ruhunuzun olması lazım. Ruh olmadan hiçbir şey olmaz. Ben bir marka oluştururken, o markaya ruh veriyorum. çünkü o ruhu kaybettiğiniz zaman marka olamazsınız. Diğer anlamda marka olmak kolay. Paranız varsa logonuzu yaptırırsınız, etiketi ürüne diktirirsiniz; ama tarz ve ruh olmadan ne kadar büyük bir marka olursunuz tartışılır.

 

‘Markaya ruh vermek’ tanımını bizim için biraz daha detaylı anlatır mısınız?

Markalar koleksiyonlarını hazırlarken; gömlekler, tişörtler, pantolonlar üretiyorlar. Aslında konu o değil, yaptığınız şeyin bir teması, ruhu olması lazım. Artık günümüzde tarz satılıyor. Baktığınız zaman 10 liraya da tişört alabiliyorsun 600 liraya da… Bu da ürünle değil, ruhla oluyor. Bir de artık çok iyi ürün yapmamız yetmiyor. Bunu çok iyi planlamanız lazım. Zamanında ve uygun fiyata ürettirmek, onu zamanında mağazaya sevk etmek, zamanında PR’ını yapmak, zamanında vitrine koymak gibi önemli adımlar sağlam bir plan içinde olmalı. Yani çok güzel bir tişört ürettiniz, mağazaya koydunuz zaman o sıradan bir tişört oluyor. Ama bu dediğimi komple yaptığınızda o koleksiyona bir ruh vermiş oluyorsunuz. Ben hep bunu söylüyorum. Ben bir marka oluşturmuyorum, markanın ruhunu ve duruşunu oluşturuyorum.

 

“LOFT MARKASIYLA KALİTELİ, MODAYI TAKİP EDEN VE STYLISH üçGENİNİ OLUŞTURDUK”

 

Siz şu an Loft’un Kurumsal İletişim Direktörünüz ve markanızı sürekli yukarı taşıyorsunuz. Loft’un ruhu neyi yansıtıyor?               

Loft genç,cesur, çevresiyle alaka kuran, stylish bir marka. Cesuru da şöyle anlatmak gerekiyor; yeri geldiğinde çok iddialı bir gömlek de giyip çıkar, yeri gelir minicik bir etek giyip sokakta da yürüyebilir. önemli olan çok soğuk, cool olmamaları. Ama bizim keskin duruşlarımız da var. Mesela bizim Loft kızlarımız çok güzel olamaz. Vücudu düzgün, daha klasik ve hoşturlar. Bakınca “Bu kız çok seksi” diyemezsiniz.

 

2016-2017 Sonbahar/Kış kreasyonunda 357 manken arasından sadece birine karar vermişsiniz. çekimler ve kreasyon sürecini anlatır mısınız?

Hem şehir hem de tabiat dokusu çok güzel olduğu için şehir çekimlerimizi Kiev’de, imajı ise Türkiye’de stüdyoda çekmeye karar verdik. Kiev’de çalıştığımız şirket bize inanılmaz bir sunum yaptı. Orada 24 ajanstan 357 manken gördüm. Bunların içinden 2 kız 2 erkek seçtik ve onları Kiev’de kullandık. İmaj için tek bir kız seçtik. O kız geldiğinde kendini zaten direkt belli etti ve onu seçmekte hiç zorlanmadım. İlk baktığım yerleri poposu, ayak bileği ve üst tarafı oldu. çünkü biz çok büyük göğüs istemiyorduk. Bizim aradığımız doğal bir seksilikti. O kızı Türkiye’ye getirdik ve Türkiye’den seçtiğimiz erkek manken Fatih Sait Yılmaz’la da çok iyi bir uyum sağladılar. çok iyi bir ekip çalışması yaptık ve iddialıyız. çünkü bir marka yapacaksanız kapıdaki güvenlikten patrona kadar herkesin aynı ruha sahip olması gerekiyor. Bunu yaparken seçeceğiniz manken sizin kurallarınıza ve geleneklerinize uyum sağlıyor olması ve markanın ruhunu yansıtması lazım. Mağaza görseli, mağaza içi, vitrinler hep aynı temayı devam ettirip; her şeyin bir bütün olması gerekiyor.

 

“TüRKİYE’DE İLK MERMER DEFİLESİNİ YAPTIM”

Uzun yıllardır bu sektörün içindesiniz. Bu süreç içerisinde sektörde öncülük ettiğiniz farklı işler yaptınız mı?

İzmir’de yaşadığım zamanlar mermer fuarı vardı, İtalyanlar gelmişti. “Fuar için ne yapabiliriz?” diye sordular bana. “Neden mermer defilesi yapmıyoruz?” dedim. Herkes bu fikre şaşırdı tabi ki. Mermerden defile olmaz gibi düşünceler çıktı karşıma. Bu benim işimdi ve bana güvenmelerini söyledim. önce bütün mermer atölyelerini gezdim. Büyük bir araştırma ve çalışmalarımın sonucunda defilede mermer tarihini anlattım. Mısır’dan başlayan tarih, ay yıldız şeklinde kesilmiş mermerlerin sunumu ile Türkiye tarihinde son buldu. Finalde bütün İtalyanlar dâhil herkes ayaktaydı. İtalyanlar bana “Mermerin bu kadar romantik olduğunu sizden öğrendik.” dedi. Ve böylece Türkiye’deki ilk mermer defilesini yapan kişi oldum. Bunun dışında benim hayatımda iki tane çok önemli şey var. Birincisi Kariyer Eğitim Kurumları bünyesinde verdiğim eğitim. Görsel Düzenleme ve Mağazacılık üstüne yetenekli öğrencileri alıp 3 ay eğitiyoruz. Teori olarak değil her şeyi uygulamalı olarak öğretiyoruz. İkinci projem ‘Moda Engel Tanımaz’ adında bir sosyal proje. Benim çok sevdiğim ikinci annem dediğim Londra’da yaşayan Saadet Hanım’la birlikte Türkiye’deki engelli çocukları, gençleri moda sektöründe bir araya getirecek bir tasarım yarışması yapacağız. üçüncü ve dördüncü sınıfta moda okuyan öğrencilerle engelli öğrencileri birleştirip güçlü bir elektrik oluşturacağız. Bunlara atölye kurduruyoruz, moda eğitimi vereceğiz. Kariyer Eğitim Kurumları da bütün bu organizasyonda bize sponsor olup destek verecek. öğrenciler hem çizecekler hem kumaş kesecekler hem de dikecekler. Sonra da biz defiledeki kıyafetleri sektöre tanıtacağız. Bu işte iyi ve çalışmaya elverişli olanları ise bu sektörde iş imkânları sağlayacağız.